Bloğuma hoşgeldin adını bilmediğim okuyucu

Yazmak oldum olası bana "çekici" gelmiştir. İnsan ardında bir şeyler bırakmak için mi yoksa yaşadıklarını unutur korkusuyla mı yazma ihtiyacı duyar bilinmez ama mağaradaki kayalardan günümüzdeki bilgisayar ekranına yazmaya kadar ilerletmiş bu işi. Bu süregelen yazma ihtiyacı bende de aynen devam ediyor. Haliyle bende kağıt kalem kullanımından dünyanın vazgeçilmezi olan blog yazılarına ilerlettim bu işi..

2 Haziran 2010 Çarşamba

Gecenin Kanatları Filmi için Filmkolik Diyor ki!

Türkan Şoray, Cüneyt Arkın, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, Kartal Tibet, Ediz Hun, Kemal Sunal, Şener Şen, Münir Özkul...

ve daha aklıma şu an gelmeyen kimbilir kaç sanatçı çocukluğumdan beri Türk Sineması'nı sevdirmeyi başardı bana. Oldum olası sevdim o filmlerdeki naifliği. Elbette üzerinden çok zaman geçti ve değişen herşey gibi Türk Sineması da değişti. Teknolojinin katkısı artık çok net olarak görülebiliyor filmlerde. Ama teknoloji ile birlikte işlenen konular ve duygularda değişti. Eskiden hayran hayran izlediğimiz Türk Filmleri'nde kavuşamayan aşıklar, gıpta ettiğimiz aşklar vardı. Şimdi gittikçe zorlaşan yaşamların arasında sıkışmış insanların kaçak aşkları var. İşte yine böyle bir aşk konu oluyor Gecenin Kanatları filmine.

Yönetmenliği Serdar Akar, senaryoyu Ahmet Küçükkayalı ile birlikte yürüten Mahsun Kırmızıgül kişisel olarak kimilerinin hedefi haline gelmişti film vizyondayken. Dolayısıyla filme de bir çok kişi ön yargıyla baktı. Peki film Mahsun Kırmızgül'ün gölgesinden çıkınca nasıldı?

Konusu itibariyle, yıllarca içimizi yiyip bitiren sağ sol çatışmalarına çok detaylandırmadan deyinen yine aşka yer veren bir film. Hiçbirimizin içinden çıkamadığı ve aynı zamanda unutamadığı bu kötü yaşanmışlıkların, sadece birilerinden olmadığı için yargılanan insanlara yapılan haksızlıkların, yaşanan iç çatışmanın sinema perdesine yansımasını oldukça normal karşılıyorum oysa. Keşke daha fazla bakabilsek o zamanki olaylara. Sadece köşesinden bucağından değilde bir çok yönüyle anlatabilsek o zaman olanları. Eleştirebilsek kendimizi. Bir sosyal antropolog şu anki sözün üzerine ne derdi diye merak ederseniz; hala bu olgunluğa erişmiş bir toplumdan bahsetmemiz mümkün değil diyerek son noktayı koyardı:)

Gelelim filme; görsel zenginliği maalesef pek yok. Keşke şöyle kareler olsaydı dediğim çok oldu filmi izlerken. İçerik olarak bakıldığında ise ki senaryo yazmanın en zor kısmı bu bence. Çok derdiniz varsa ve bu dertlerin hepsinden bahsetmek istiyorsanız bir şizofren algısında kaybolabilirsiniz:) Anlatmak istediğiniz de ortada kalıverir. Hal böyle olunca filmde biraz dağılmış tabi. Bir yanda apartman görevlisinin oğlunun maraton koşucusu olması ve idealleri. Bir yanda ailesi katledilmiş canlı bomba olacak olan bir genç kız. Başka bir yerde hayattan beklentilerini alamamış sürekli kısa yoldan zengin olmaya çalışan iki genç. Bir yanda "örgüt". Bir yanda ise hem örgütle iş yapan hem bu iki genç ile bizim asıl delikanlının bir başka arkadaşları...

Ve filmin alelacele gelen sonu. Canlı bomba, eylemi gerçekleştirecekken sevgilisi geliyor ve genç kızı alıp gidiyor. Buraya kadar alışkınız aslında sonu belli filmlere diyerek garipsemiyoruz. Ama tüm bunlar güvenlik güçlerine bir kaç metre uzaklıkta olunca, alışmışız tabi FBI'ın anında hızlı hareketlerine:)garipsiyoruz durumu.

Sonuç; oyunculuk konusunda aslında başarılı ama senaryo olarak tamamlanamamış bir film. Ama bu eleştirilerde bulunmak için bile izlemek gerekir değil mi?.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder