Bloğuma hoşgeldin adını bilmediğim okuyucu

Yazmak oldum olası bana "çekici" gelmiştir. İnsan ardında bir şeyler bırakmak için mi yoksa yaşadıklarını unutur korkusuyla mı yazma ihtiyacı duyar bilinmez ama mağaradaki kayalardan günümüzdeki bilgisayar ekranına yazmaya kadar ilerletmiş bu işi. Bu süregelen yazma ihtiyacı bende de aynen devam ediyor. Haliyle bende kağıt kalem kullanımından dünyanın vazgeçilmezi olan blog yazılarına ilerlettim bu işi..
gezginin notları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gezginin notları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Gezginin Notları; Yine.. Yeniden... Bozcaada..

Bu sene tatil için uzun zamandır gitmediğimiz ve özlediğimiz Kaş'ı düşünürken sıcaklar ve hamilelik nedeniyle daha serin bir yer tercih etmek durumunda kaldık. Neresi mi? Tabi ki Bozcaada:) Bu sene bir hafta kaldığımız için daha iyi tanıma fırsatımız oldu adayı. Kale'yi ve merkezdeki yerleri gezdik. Elbette duramayıp yine şarap aldık.

Bu kez adayı da biraz tanıtmak istiyorum. Ada'nın ilk ismi Lefkofris. Bu adın nereden geldiği bilinmiyor. İkinci isi ise Tenedos. Mitolojiye olan ilgim nedeniyle adanın isimlerinden biri olan TENEDOS adı üzerinde biraz daha duracağım:)

Mit şöyle; "Tanrı Poseidon’un oğullarından Kyknos’u annesi doğurduktan sonra deniz kıyısına bırakmış, çocuğu da bir kuğu büyütmüştür. Büyüyen Kyknos, Bozcaada'nın karşısındaki Klonai şehrinin kıralı olmuştur. Trak kökenli olduğu da söylenen Kyknos, Troia’nın ilk krallarından Laomedon’un kızı ile evlenmiş ve bu evlilikten Tenes isimli bir oğul ve bir kızı olmuştur. Karısı ölen Kyknos, bir başkası ile evlenmiş ve bu kadın Tenes’in kendisinde gözü olduğunu Kral Kyknos’a söyleyerek Tenes’e iftira atmıştır. Denizin dalgaları Tenes’i, o zaman Leukophrys denilen Bozcaada'ya getirmiş . Bir süre sonra oğlunun suçsuzluğunu öğrenen Kral, oğlundan af dilemek için adaya gelmiş, ancak Tenes gemiyi kıyıya bağlayan halatları keserek babasıyla olan bağlarını koparmıştır. Troia seferi sırasında buraya Akhalar gelmişse de Tenes onları taşlayarak karşılamış, bunun üzerine de Akhilleus tarafından mızrakla öldürülmüştür."...

Şarap Bozcaada için bir yaşam biçimi gibi. Bozcaada'nın üzümleri Karalahna, Kuntra, Vasilaki ve Çavuş. Çavuş genellikle şarap için kullanılmazmış. Ama bu sofralık üzümün tadı için Evliya Çelebi'nin "Buradaki çavuş üzümü dünyanın hiçbir yerinde yetişmez" dediğini hatırlatayım.Bu üzümlerin şaraplarının tadına mutlaka bakın. Bu arada daha çok Talay ve Corvus baskın gibi görünsede Çamlıbağ ve Ataol'u da görmenizde fayda var. Şarap likörünün enfes tadından daha önce bahsetmiştim. Çamlıbağ'ın likörü bence diğerlerine göre daha iyiydi. Elbette siz hepsini denemeden seçiminizi yapmayın.

Bozcada'da kalmak istediğiniz yerler ve restaurantlar fiyat bakmından oldukça farklı olabiliyor. Bu nedenle bir kaç yer gezin derim. Benim de bir kaç önerim olacak tabi. Ada'nın en güzel özelliklerinden biri kahvaltı. Genellikle kendi üretimleri olan reçelleri, zeytinyağları, zeytinleri ile lezzetli bir kahvaltı yapıyorsunuz. Kahvaltı konusunda önerebileceğim yer Gülüm Kebap. Aslında ızgaraları ve satır köftesi debir o kadar lezzetli. Ustanın elinin lezzeti var anlayacapınız. Sizde benim gibi Ada'ya gelip balık yemeden gidilmez diyenlerdenseniz önerim Vasilaki Restaurant olur. Balık, karides, kalamar, börülce-patlıcan söğüş-yoğurtlu kızartma gibi soğuk mezeler gerçekten lezzetli. Önerdiğim bu iki mekanda da ikram ve hizmet gerçekten memnun edici.

Çınaraltında damla sakızlı türk kahvenizi yudumlamak, arzu edenler için yanında likörde ikram ediyorlar, gerçekten tam bir keyif.

Yaz sıcağında dondurma sevenler için Mado dışında bir önerim daha olacak. Çanakkale Dondurmacısı. Kesinlikle deneyin derim. Ben denemekten biraz öteye gitmiş olabilirim tabi:))

25 Ocak 2011 Salı

Ayasofya'yı gezdiniz mi?

İstanbul'da yaşarken tarihle içiçe yaşamaya alışıyor sanırım insan. Bu aslında zaman zaman olumsuz da bir etki yaratıyor. Bu kadar iç içe olunca bazen alışılageldik oluyor bu durum.

İstanbul tarihi dokusuyla muhteşem bir şehir. Ayasofya'da bu tarihi örüntünün bir parçası. Görmediyseniz mutlaka gidip görün. Müze kartı duymuşsunuzdur muhakkak. Ücreti 20TL. bir çok müzeye girişinizi sağlıyor. Aslında pek konuyla ilgili değil ama aklımda olan kalemimde de olsun dedim. Bu yıl özelleştirilmiş. Nedenini pek anlayamadım aslında. Zaten gelir elde edilen alanları özellştirerek karı bölmenin faydası nedir anlayamadım. Üstelik Konya'da ki müzeleri gezerken müze görevlileri de bu duruma pek anlam verememişler ki sohbetlerimiz arasında bu konu da geçti. Umarım mantıklı bir açıklaması vardır.

Şimdi gezdik ama neler gördük kısa bir Ayasofya Turu yapalım...















Bu arada küçük bir bilgi vereyim; Ayasofya 'nın içinde yer alan işlemeler İz Tv'de Edebiyatçı Eray Canberk ve tarihçi Rüknü Özkök'ün sunduğu "Ömür Biter İstanbul Bitmez" programında ayrıntılı bir şekilde ele alnıyor. Programın eski bölümleri de zaman zaman yayınlanıyor. İzlemediyseniz mutlaka izleyin..

24 Ocak 2011 Pazartesi

08:00 Konya Treni Kalkıyorrrr...

23 Ocak Pazartesi akşam 08:00 treni ile başladı Konya yolculuğumuz. Nereye gitsek diye düşünürken seçeneklerimiz arasında Konya benim diğer şehirlere göre için daha ilgi çekiciydi. Sebebi ise yıllar önce okuduğum Giséle'in kaleme aldığı Mahperi Hatun kitabında adı geçen Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı Alaaddin Keykubad'ın hayatı idi. Kitabın her sayfasını keyifle okumuştum ve şimdi bahsedilen yerleri görmeye gidecektim. İşte yolculuk bu yüzden daha da anlamlıydı benim için.

Yaklaşık 14 saat süren rahat ve keyifli bir tren yolculuğundan sonra Konya-Meram tren istasyonuna vardık. Vardığımız gibi ilk işimiz bir otel ayarlayıp eşyalarımızı bırakmak ve Konya'yı gezmeye başlamak oldu. Aslında üç gün boyunca hiç durmadan gezdik:) Öncelikle şehrin içini gezmekle başladık. Konya'ya gidince ilk akla gelen yer elbetteki Mevlana Müzesi idi. Müzeyi gezdikten sonra Alaaddin Tepesi'ne kadar olan yol boyunca Şerafettin Camii ve Türbesi, İplikçi Camii'ni gördük. Ve nihayet Alaaddin Tepesi'ne vardık. Alaaddin Camii'ni gezdik. Merakla beklediğim ve kitapta bolca adı geçen Konya Kalesi'nden kalan ve korumaya alınan parçayı görünce üzülmedim desem yalan olur.

Gezimiz üç gün içinde Karatay Müzesi, İnce Minareli Medresesi-Müzesi, Koyunoğlu Müzesi, İstiklal Harbi Şehitlik Abidesi ve Müzesi, Sille'de kayaların içine oyulmuş dünyanın ilk manastırları, Çatalhöyük'te kazılar sonucu bulunan yeraltı şehri ile tamamlandı. Elbetteki nefis etli ekmek, kuzu etiyle yapılmış fırın kebabı ve künefenin tadına da afiyetle bakıldı..

Yediğimiz bizde kalsın oralarda neler mi gördük? Dolu dolu bir seyehat olmuştu. Üç günde ancak bu kadar gezebildik. Ama daha gezilecek çok yer kaldı ardımızda İstanbul'a dönerken.

Konya Anadolu Selçuklu Devleti'nin başkenti olması nedeniyle her adımda tarihi bir eserle karşılaşmanız mümkün.

Aziziye Camii benim en çok beğendiğim camilerden biri oldu.

Karatay Müzesi eserleri ile canlı canlı o dönemi yaşatıyor. Fotoğraf çekimine izin vermedikleri için elimde görsel yok. Ama İnce Minareli Medrese - Müze karelerimde bolca var.

Konya'ya kadar gidip kitaplarda okuduğumuz Çatahüyük'ü görmeden gidemezdik. Ulaşım konusu oldukça ilginçti. Tarihi bir yer olduğu için nasıl ulaşımı olmaz? Dünyanın başka bir ülkesinde bu tarihi doku olsa ne kadar farklı değerlendirirlerdi? Neden biz bu konularda çok yetersiz kalıyoruz soruları akla gelmiyor değil. Ulaşım konusunda mevsim turist mevsimi olmadığından (Nisan ayı gibi buraya minibüsler kalkıyormuş otogardan), merkezden bir taksi ile anlaşırsanız sizi ortalama 100TL. 'na Çatalhüyük'e götürüp getiriyor. Biz başka bir yol izledik. Otogarda Karkın'a giden minibüslere Çatalhüyük'e gitmek istediğinizi söylerseniz sizi oraya bırakıyorlar. Sizi alması için şöföre bilgi verirseniz yaklaşık iki saat sonra minibüs yeniden olduğunuz noktadan sizi alıyor. Belirli saatlerde minibüs olduğu için saati kaçırmayın derim. Ücreti ise Karkın 3.5 TL. Çatalhüyük 5 TL. Tercih sizin:) Bir köy yolundan geçtikten sonra Çatalhüyük'e ulaştık.


Sille Konya merkez'den belediye otobüsü ile yaklaşık 30 dakikalık bir mesafede bulunuyor. Ancak küçük bir uyarıda bulunayım gidiş dönüş biletlerinizi merkezden temin edin. Sille'de bilet satışı yapan bir yer yok. Bu duruma şöyle bir çözüm bulunmuş Sille'den bindiğiniz otobüste "fazla biletiniz varmı diye soruyorsunuz":)



Sille çok huzurlu bir yer. Mağaraların içine oyulmuş dünyanın ilk manastırları, iki tarihi kilisesi, camileri ve çok eski mezarlığı ile karmaşık bir kültürel yapıyı sokakalarına mekana çok güzel yerleştirmiş bir yer. Görülmesi gereken önemli yerlerden biri. Ancak Sille'de bölgeyi tanıtan, tarihi yapısından bahseden herhangi bir kaynağa ulaşmanızda mümkün değil maalesef.

Kısaca Konya Türkiye'nin kültürel mirasında oldukça önemli bir bölge. Kesinlikle gidilmesi gereken bir yer. Yapmanız gereken sadece gezi öncesi iyi bir araştırma.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

"Az Kısalt" İstasyon Berberi Cavit - Yusuf Darıyerli, Fotoğraf Gösterimi

Dün akşam Taksim'e derneğe gittim. Yusuf Darıyerli'nin fotoğraf gösterimi vardı. Oldukça keyifliydi benim için. Konu adından da anlaşılacağı gibi berber dükkanında geçiyordu. Dükkan yaşanmışlığı öyle güzel anlatıyordu ki aynalardan bize yansıyan suretler sanki dükkanın duvarlarında posterler, yıllanmış fotoğraflarla bir bütün gibiydi.

Gösterim sonrasında Yusuf Darıyerli'ye sorular yöneltildi çalışmayla ilgili. Sorulardan biri; "Berber bu çalışmayı nasıl kabul etti, aslında hiç kabul edecek birine benzemiyordu. Yusuf Darıyerli'nin cevabı; "Yaptığım işin, onun yaptığı işi belgelemek olduğunu, art niyetim olmadığını, kazanca dönüştürme kaygısı taşımadığımı iyi anlattım, beni gayet olumlu karşıladı."

Bir diğer soru ise çalışma sürecinde berber Cavit Bey'in rahatsız olup olmadığıydı. Cevap "Makinamı onunla aramda üçüncü kişi gibi tutmadım. Her fotoğrafçının yapması gereken gibi önce zihnimde bitirdim kareleri sonra anı geldi, kalkıp deklanşöre bastım" oldu.

Gösterim sonunda İfsak'ta çayımı yudumlarken ve hatta eve dönene dek zihnimden şunlar geçiyordu. Sadece fotoğrafını gördüğümüz birinin hakkında böyle yorumlarda bulunmak doğru olamazdı. Çünkü bu yargılarda bulunmak bizi baştan yanılgıya götürür. Belki berber Cavit bir çoğumuzdan daha açık fikirliydi. Ya da berber Cavit'in yaptığı iş kendisi için her zaman övünülecek bir başarısıydı. Çünkü iki çocuk büyütmüş okutmuş ev ve iş yeri sahibi olmuştu. Ya da bilmediğimiz başka bir şey. Karşınızdaki kişi ya da olay ile ilgili düşüncelerinizde ilk engel kendi önyargınızdır. Aslında bir başkasının yaşam alanına girdiğimizde kendi yabancılığımızı en aza indirmeye çalışmak oldukça zordur. İşte bu küçük bir berber dükkanı bile olsa! Orası Cavit Bey'in dükkanı nihayetinde. Oraya kabul edilme ya da red edilme bizim için önemliyse Cavit Bey ile iletişimimiz büyük bir önem taşır. Daha da büyütüp bakarsak şu örnek ile büyük bir gruba katılım isteği aynı hissi yaşatır. Her ikisinde de grubun dışında olan bizlerin oraya dahil olabilmemiz için önce önyargılarımızdan kurtulmamız gerekir. Bunu yapmazsak dahil edilsek bile tam anlamıyla içinde bulunduğumuz şeyin parçası olamayız. Onu anlama şansımızı kaybederiz... Sonra düşündüm.. iyi ki dedim kendi kendime, ben bir fotoğraftan ötekini bulmuyorum ben bir fotoğraftan ben olmayanın yaşamını seyrediyorum. Benim için artık orası bir berber dükkanı değil Cavit Bey'in dükkanı..

6 Ağustos 2010 Cuma

Erikli, Asos, Behramkale, Bozcaada... Ağustos'2010 vizöre yansıyanlar..

ERİKLİ...

Erikli benim için sadece fotoğraflarda güzel bir tatil yeri. Denizi Kaş, Asos ya da Bozcaada ile kıyaslanmaz. Bu nedenle benim tatil keyfime pek uygun değildi. Ama midye dolmaları gerçekten lezzetliydi:)







ASOS-BEHRAMKALE-AĞAÇKÖY...

Erikli'den yola çıktığımızda günebakanların etrafı çevrelediği uzun bir yoldan geçtik.





Yolculuğun sonunda memleketin güzel yerleşimlerinden birine geldik; Asos'a. Taş ve ahşap yapıların oluşturduğu bu küçük yerleşimi mutlaka görmelisiniz. Yalnızca daha öncede bahsetmiştim, akşam balık yemek istiyorsanız "istenmeyen" "canınızı sıkacak" karışıklıklar için dikkatli olun.







Asos'a kadar gelip Behramkale'ye uğramamak olmazdı tabi. Daha önce gitmiş olmama rağmen bu eşimle ilk gidişimdi. Kahve içmeyi seven biri olarak anlata anlata bitiremediğim damla sakızlı kahveden eşime de tattırabilme şansını buldum:) Behramkale'ye çıkarken geçtiğiniz Behram Köyü'nde sizin de bu tadı deneme fırsatınız olacaktır.



Asos'ta denizin keyfini bol bol çıkardıktan sonra yağmurun başladığı bir günün sabahı yola çıktık. Bu yıl tatil rotası bir kaç yer görebilmek üzere ayarlandığından arabalı vapurda bir dergide gördüğümüz Ağaçköy'e de uğrayalım dedik. Bir fotoğraf harikası olan köye ulaştığımızda herkes hayalkırıklığı yaşadı:))



BOZCAADA...

En soğuk yaz tatilini Bozcaada'da geçirdik diyebilirim. İstanbul'da da adalardan bildiğim bir şey var ki adalarda hava daha serin olur. Ama bu durum kötü hava koşullarıyla bir kaç kat daha artınca üşümekten titreme durumuna geçtik:)) Bozcaada'ya gidenler Ayazma Plajı'nın soğuk suyunu bilirler. Bu soğuk havaya rağmen Ayazma Plajı'nda yüzmeyi ihmal etmedik. Hala suyun soğukluğunu anımsadığımda içim ürperiyor:))

Ada'nın evleri ve sokakları mavi, beyaz ve kırmızının bir ahengi içinde. Çiçekler ise rengarenk.





















Ada'da kahvaltı; peynir ve zeytinin yanında ev yapımı reçeller, patlıcanlı-kıymalı-peynirli börekler ile oldukça lezzetliydi.





Denemenizi tavsiye edeceğim bir lezzet daha; zeytinyağlı kabak çiçeği dolması. Öğle ve akşam yemekleri için sabahtan hazırlanıyor restaurantlarda.



Bozcaada'ya gidip adanın şaraplarından biriyle günbatımı izlemeden olmazdı elbette:) Hangi şarabımı içtik:) Kostarağa - kırmızı şarap... Şaraplara göre daha pahalı ama siz tatil dönüşü şarap likörü almayı unutmayın.









12 Temmuz 2010 Pazartesi

Gezginin Notları: Erikli, Asos, Bozcaada...

Deniz, kumsal, soğuk hava, arada bir görünen güneş, lezzetli yemekler ve tatil bitti..

Tatilin ilk durağı Erikli idi. Akdeniz ve Ege sularının o güzelliği içinde yüzdükten sonra Erikli pek iyi gelmedi bize. Tekne ile açılıp yüzelim dedik ama sahip olduğumuz bir sandal oldu. Açıkta denize girip, sandala çıkmaya çalıştınız mı hiç?:) Denemeyin ya da kimseler yokken deneyin. Yaptığınız tuhaf hareketler nedeniyle pek akıllardan çıkamıyorsunuz sonrasında:)

İnternet denen şu teknoloji gayet iyi bir meret gibi görünsede bazen yanıltıcı olabilir. Erikli'de Sevim Pansiyon adında bir yerde kaldık. Aslında orası neydi hala zihnimde çözülmüş değil. Televizyonu ve buzdolabı bulunan odaları tuttuk diye düşünürken sadece bir odada çalışmayan televizyon ve çalışmayan yıllanmış buzdolapları ile karşı karşıyaydık. Oranın en güzel yanı ertesi gün Asos'a yola çıkacağımızı bilmekti.

19 Haziran 2010 Cumartesi

Filateli'de Sinema ve Sinemanın Büyüsü Sergilerini gezdiniz mi?

Taksim benim için oldum olası rengarenk bir yer. Her sokak kendi gününü yaşıyor Taksim'de. Ben tanıdık bildik Ayhan Işık Sokak'a yol almışken Meydandaki Cumhuriyet Sanat Galerisi'nde bir sergi ilişti gözümüze Serdar'la "Sinemanın Büyüsü Sergisi". Sergi boyunca sinema tarihi vardı karşımızda.

Mektup yazmak bir haberleşme aracı olmakla birlikte, o günün şartlarına ait bir çok ipucu ile birlikte elden ele zamandan zamana dolaşır. Kültürel bir belgedir. Bu nedenle mektuplaşmanın artık pek rağbet görmemesini bir kültür bilimci olarak kayıp olarak görüyorum.

Sergideki mektuplar, pullar, kartpostallar sinemanın tarihsel gelişim ve değişimini oldukça başarılı bir şekilde aktarıyordu bize. Tabi bunu koleksiyon sahibi Şerif Antepli'nin biriktirme arzusunun kuvvetli olmasına borçluyuz.

7-19 Haziran 2010 tarihleri arasında gezebilme şansını bulacağınız bu koleksiyonu kaçırmayın derim. Ayhan Işık, Belgin Doruk, Clark Gable, Greta Garbo, Marilyn Monreo ve daha bir çok sanatçı ile sinema şöleni sizi bekliyor..

Küçük bir not:
Pulun dünyada ilk kez Mayıs 1840 tarihinde İngiltere'de, Ocak 1863 tarihinde de Türkiye'de kullanılmaya başlandığını biliyor muydunuz?

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Gezginin Notları: Büyükada - Kavacık - Kanlıca ve Bir pazar günü..

Ali İlker Elçi, İfsak 164. dönem proje danışman yardımcısı. Çalıştıkları proje konusu Vapurlar... Havalarda güzel olunca adalara doğru bir vapur seyahati kaçınılmaz olmuş tabi. Gruptan önce Büyükada'ya varmış olduğumuzdan iskelenin hemen karşısındaki çay bahçesinde oturup, kahvelerimizi içerek onları bekledik. Zaman ilerledikçe ada kalabalıklaşmaya başladı. Nihayet vapurdan inen yolcular arasında bizim beklediğimiz grupta göründü. Fotoğraf çeken herkesin yaptığı gibi bizde bir zaman aralığını enfes balıklara ayırdık:) İçimizi serinletecek dondurmadan da kendimizi mahrum bırakmadık tabi. Keyifli bir fotoğraf buluşmasının ardından, grup dönüş yoluna çıktı.

Ama gün Serdar ve benim için bitmedi. Kavacık tarafında güzel bir piknik, günün yorgunluğunu biraz daha arttırdı. Gün biterken Kanlıca'ya gidip harika bir gün batımı izledik ve yoğurtlarımızı yedik.

Anlayacağınız dün gezi, fotoğraf, keyif dolu bir gün geçti.




10 Mayıs 2010 Pazartesi

Gezginin Notları: Edirne'de Fotoğraf Çekiyoruz...

Bu gün şu saatlerde bilgisayarı açıp hala bir şeyler yapabiliyor olmama şaşırıyorum:) Sabah 06:30'da kalkıp fotoğrafı seven ve öğrenmek isteyen yaklaşık 70 kişi ile Edirne'ye doğru yola çıktık. Ve henüz şu saatlerde eve dönebildik. Yol boyunca aradabir yağan yağmur günün keyfini kaçırır mı diye düşünürken oldukça güzel bir hava günümüze eşlik etti. Harika bir fotoğraf gezisiydi. Bir şeyler öğretebilmenin ve aynı zamanda öğrenebilmenin keyfini yaşadım. Bu nedenle hafta sonu tatili yapamamış olmam bile çok önemli olmadı. Sadece iki haftayı sanki toplam bir haftaymış gibi yaşıyorum o kadar:))

Gezi sonrasında bana gelen mesajlardan, geziye katılan arkadaşların da bu geziden çok keyif aldığını ve onlara fotoğrafla ilgili destek verebildiğimi duymuş olmak elbette bu işi neden bu kadar çok sevdiğimi bir kez daha hatırlatıyor bana.

Gezide çekilen fotoğrafları Cuma günü değerlendireceğiz. Bakalım kimler neler görmüş?

26 Nisan 2010 Pazartesi

Gezginin Notları: Bu Hafta Sonu Fotoğrafa Bolca Vakit Ayırdım..

Hafta sonu oldukça hareketli geçti benim için...

Öncelikle dün "İnsan Halleri" fotoğraf sergisinin açılışına katıldım. Katılım biraz fazla olduğundan oldukça kalabalıktı. Bu nedenle ancak ikinci gösterimi "ayakta" izleme şansını bulabildim. Sergi Mayıs ayına kadar devam edecek. Vakit ayırıp mutlaka görün derim..

Serginin oluşum sürecinde onlarla birlikte aynı heyecanı yaşamış biri olarak uzun bir çalışmanın ardından ortaya çıkan sonuç oldukça keyifliydi. Fotoğrafı seven bu çalışma için özveride bulunan herkesin ellerine sağlık...

İşte cumartesi böyle geçti.

Bu gün ise Eğitim Birimi'nde görev almam nedeniyle yeni kursiyerlerin eğitim gezisindeydim. Sabah erken başladığımız İstanbul gezimiz havanın da güzel olması nedeniyle öğleden sonra kalabalık bir İstanbul'la son buldu. Elbette İstanbul gezisi belirli güzergahlar içeriyor. Yoksa bu büyük ve güzel şehir için bir iki gün asla yetmez. Fotoğraf hakkında teknik bilgilerin aktarıldığı ve uygulamaların yapıldığı bu süreç sonunda katılımcılar yorgun ve zihinlerinde yeni öğrendikleri bilgilerle, eğitim biriminde olan bizler ise yorgun ama fotoğrafla ilgili bir şeyler öğretebilmenin keyfiyle ayrıldık. Bakalım bu günkü fotoğraflardan hangilerini seçip getirecekler. Cuma akşamı göreceğiz..

28 Şubat 2010 Pazar

Taşın içindeki "Öz"


Bu günlerde çokça zihnimi meşgul eden fikirlerim uçuşup duruyor diye düşünüp Hacı Hüsrev Gerede Caddesi’nde hızlı adımlarla ilerlerken İz tv’de izlediğim Mehmet Aksoy’un "İnsan Halleri" sergisindeki heykellerini görünce o hızlı düşüncelerim birden durdu ve ayaklarım beni sergiyi gezmeye götürdü. Yalnızca beni değil tabi bana eşlik eden kız kardeşimi de. Televizyonda Mehmet Aksoy’un heykelleri ve çalışmalarıyla ilgili yorumlarını izlerken duyduğum düşünsel yakınlık heykellerle karşı karşıya kaldığımda daha da bütünleşti. Şamanlar hala gözlerimin önünde ve kayıp analar heykeli…

Bu sergiyi mutlaka görmelisiniz..

Son bir yıldır Serdar'ın "insanlık halleri" konulu fotoğraf projesini takip ediyorum. Aynı hissi orada da hissediyorum. Şu zaman diliminde dünyanın bir köşesinde benimle aynı eylemde düşüncede bulunan bir çok insan var. Farkında olmadığımız ortak yaşamsal bir alan var. Serdar'ların karelerine hapsettiği anları bir vakit hepimiz yaşıyoruz. (Bu arada sergiyi merak edenler için 24 Nisan 2010 Cumartesi günü İfsak'ta açılışları var.)